Evliyânın büyüklerinden olup İsmi, Abdürrahmân bin Yûsuf Rûmî’dir. Doğum
yeri bilinmemektedir.
Doğum tarihi olarakta Miladi 1469 senesi verilmektedir.
Mevlânâ Muhammed Samsûnî ve Mevlânâ Kâdızâde'nin muhterem torunlarıdır.
Abdürrahmân Rûmî; âlim, sâlih bir zât idi. Küçük yaştan itibaren Mevlânâ
Kutbeddîn, Mevlânâ Ali Fenârî ve Mevlânâ Ali Yekânî hazretlerinin hizmetlerinde
bulundu ve onlardan ilim tahsîl etti. Zekâ ve feraseti sebebiyle talebeliği
herkes tarafından örnek alındı. Bütün tarikat ilimlerinde ilerledi. Önce Bolu
ve sonra Bursa'da Çermik medresesinde müderrislik yaptı. Ancak bir müddet sonra
Allahü teâlânın aşkı ve zevki ile kendinden geçme hâlleri görüldüğünden ders
verme işine son verdi. Evine çekilerek devamlı ibâdet ve zikirle meşgûl oldu.
Abdurrahmân hazretleri bu hâlinden bahsedip; kendisi ile ilgili şöyle
anlatmaktadır:
Evimde ibâdetle meşgûl olup, kimseyle görüşmüyordum. Bu esnâda hastalandım.
Yanımda hizmet edecek kimseler yoktu. Bir gece duvar yarıldı ve içeri bir zât
girdi. Hastalığım sebebiyle hizmetimi gördü ve gitti. Diğer geceler de aynen
böyle oldu. Hastalıktan kurtulduğum zaman, o zât; "Ben bu geceden sonra
artık gelmem. Seni Hüdâ'ya ısmarladım." dedi. Ben de; "Siz kimsiniz
ve nerelisiniz?" diye sordum. "Şehirden ayrılan bir kâfileye
katılırsan, beni tanır ve bulursun." buyurdu. Ben de, bir zaman sonra
şehirden ayrılan kâfile ile yola çıktım. Yolculardan bir kısmı, yolda güzel bir
yere geldiğimizde; "Burası suyu ve havası çok güzel bir yerdir. Bu civarda
Kara Hoca adında sâlih ve dindâr biri oturur." dediler. Kendi
kendime aradığım bu zâttır dedim ve oradaki köye yöneldim. O zâtı gördüm,
gülerek beni karşıladı. O gün yanında kaldım. İkindi namazını kılacağımız
zaman, bana yüksek bir yeri gösterdi ve berâberce oraya çıktık. "Bu yer
nasıl?" diye sorunca; güzel olduğunu söyledim. Tekrar; "Buradan
bak!" dedi. Baktığımda Kâbe-i muazzamayı gördüm. Gidip, orada cemâatle
ikindi namazını kıldık. Namazı bitirdiğimizde Kâbe gözümüzden kayboldu.
Abdurrahmân hazretleri bundan sonra yine Bursa'daki evinde zikir ve
ibadetle meşgul oldu. Müderrislik tekliflerini geri çevirdi. Evine gelenlere
nasihatlerde bulunur, devamlı Allahü teâlâyı zikretmelerini ve hiç bir zaman
kalbin Allahü teâlâdan gâfil bulunmamasını isterdi. Miladi 1547senesinde
Bursa'da vefât etti. Zeyniye Zâviyesinin
bahçesinde defn edildi.
Sevdiklerinden biri anlattığı hikayeye göre: “Vefâtından sonra bir gece,
rü’yâmda Abdürrahmân Rûmî’yi gördüm. Bana dedi ki: “Bursa’da Seyyid Neccârî’nin
evinde bir misâfir var. Beni ziyâret etmek istiyor. Gidip onu al ve kabrime
getir.” O gecenin sabahı derhâl gittim. O misâfiri buldum. Bir arzusunun olup
olmadığını sordum. “Abdürrahmân Rûmî’nin kabrini ziyâret etmek istiyorum.”
dedi. Onu alıp Abdürrahmân Rûmî’nin kabrine götürdüm. Biraz sonra onun yalnız
kalmak istediğini sezip, oradaki bir mescide girdim ve bekledim. Çok geçmeden,
o ziyaretçi ile Abdürrahmân Rûmî’nin konuşmaları kulağıma geldi. Aynen
hayattaki gibi konuşuyordu. Konuşması bitince mescitten çıktım. Kabrin yanına
geldiğimde kimseyi bulamadım. Yüce
Allah Sırrını Mukaddes ve Mübarek Kılsın.
Değerli şehrimizde nice güzellikler, nice sırlar
var. Mübarek zatlar ve tarihe damgasını vurmuş şahısların bir bütün olarak
değerlendirildiği yazı dizimiz devam edecektir.
TADO HAVADİS EKİBİ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder